Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce
tüm günümü, öğrencilik yıllarımda
okuduğum fakat yıllar sonra tekrar
okuma ihtiyacı duyduğum Akira
Kurosawa'nın Kurbağa Yağı Satıcısı
isimli kitabını okuyarak geçirdim.
Kurosawa üstat ilkokuldan itibaren
dostu ve ilerleyen yıllarda ortak
senaryolara imza attığı meslektaşı
yoldaşı Uekusa Keinosuke için,
birbirlerine benzerliklerini anlatmak
için bir Japon atasözünü
naklediyor:"Tüyleri aynı olan
kuğlar beraber uçarlar" Güneş ocağımızla
ilgili yazacağım yazıyı düşünürken
kolektifimizi düşündüm bu
atasözü vesilesiyle. Ve çok
heyecanlandım, aynı fikirlerin farklı tonları
olarak birlikte uçmayı denediğimiz
için.
Cumartesi günü saat 15.50'de
Hızırşah'taki kolektif alanımıza Ozan'la
geldik. Geldiğimizde kolektif
alanımızın yılmaz bekçisi horozumuz,
balkondaki masanın altında evcil bir
kedi edasıyla siesta yapıyordu. O
kendi dilinde biz de kendi dilimizde
selamlaştık; bir adının
olmadığını fark ettim ve kendisine
"Hızırcan" diye seslendim, hoşlandı
sanırım.
Bu cumartesi buluşmamızın ana amacı
"Güneş Ocağı" denemesiydi.
Buzdolabı kolisi, alüminyum folyo
gibi basit malzemelerle yaptığımız
güneş ocağını (fırını da
denebilir) arabadan indirirken oldukça
heyecanlıydık. Bir gün önce evin
bahçesinde su kaynatmak suretiyle
başarılı olan ocağımız kolektifin
huzuruna yemek pişirme sınavıyla
çıkacaktı. Adeta heyecandan
ocağımızın da naylonu fır fır ediyordu.
Ocağımızı bahçede güneş
ışınlarını en iyi alacak şekilde
yerleştirmek için yer arayışına
girdik. O saatte güneş ışınları dere yatağının
kenarındaki alanda gölgesizce
salınıyordu. Güneşin doğrusuna uyup
ocağımızı oraya yerleştirdik.
Cumartesileri Datça'nın pazarıdır;
halden gelen ürünler olduğu gibi
köylülerimizin doğal yöntemlerle
üretip minicik tezgahlarda sattığı
ürünlere de sıkça rastlanır. Biz
Ozan'la pazarı baştan başa turlayıp
hep köylünün küçük tezgahlarını
tercih ederiz. Ürünler küçük,
birbirinden farklı hele de kurt
yenikliyse mükemmeldir. İşte bu
standartlara uygun bir biber tezgahı
bulduk, domuşuk domuşuk biberlerin
kırmızısı Goya'yı bile
kıskandıracak nitelikteydi. Pazarcı
ablamızla da sohbet ederek
biberlerden epeyce aldık. İşte bu
doğal olduğu şüphe götürmez canım
biberlerimizden en fiyakalı sekiz
tanesini tencereye suyla beraber
koyduk. Güneş ışınlarını çekmesi
için özel olarak siyah seçtiğimiz
tenceremizi güneş ocağına/fırınına
yerleştirdik. Yansıtıcıyla ilgili
sorunlara rağmen(taşırken oluşan
bir deformasyondan dolayı mukavvanın
taşıyıcı sertliği kaybolmuştu)
umutla beklemeye başladık.
Kolektiften arkadaşlarımızı
beklerken horozumuz Hızırcan da bize eşlik
etti. Hatta iyiden iyiye bize yaklaştı
ve adeta birşeyler anlatmak
ister gibiydi. Biraz konuştuk,
anlamadığını fark edince tavuk sesleri
çıkarmaya başladık; dili çözüldü,
gagasının altındaki baklayı
nihayet çıkardı. Tüylerini
kabartarak uzun uzun ötmeye, potansiyel eşi Tavuk
hanımları aramaya koyuldu. Ozan'la,
uzunca zamandır arazide tek başına
kalmış ve yalnızlıktan sıkılmış
horozumuz Hızırcan'ın helal, GDO'suz
darı yemiş Tavuk hanımlarla başını
bağlayıp mutlu bir izdivaç
yapmasına vesile olmaya karar verdik.
Hatta pek yakında Hızırcan'a
düğün yaparsak ve fotoğraflarını
blogdan yayınlarsak şaşırmayın.
Güneş fırınına koyduğumuz
biberlerin pişmesini beklerken
arkadaşlarımız gelmeye başladı.
İlk olarak Yasemen ve Dilek geldi.
Ocağın yanına inip hep birlikte
inceledik. Daha sonra yapacağımız
gelişmiş model güneş ocağı
hakkında fikirler ürettik. Önce Servet
sonra da Pınar ve Tuğrul geldi ocağı
incelemeye ve geliştirme
fikirleri üretmeye devam ettik.
Koordinatörümüz Deniz, Hamdiye ve
kolektifimizin en minik üyesi, neşe
kaynağımız küçük Deniz geldi.
Deniz bir tencere pilav yapmak üzere
pirinç ve sudan oluşan
malzemeyle, bir tencere de çiğ
semizotu yemeğini güneş ocağına koydu.
Hep beraber yemeklerimizin bu en güçlü
ve doğal enerji kaynağıyla
pişmesini beklemeye başladık. Arada
bir kontrol edip, mukavvasındaki
deformasyondan dolayı sorun çıkaran
üst yansıtıcıyı rüzgara karşı
sabitleme çalışmaları yaptık.
Yemeklerimizin pişmesini beklerken
kolektifimiz ve Datça'da yapılıp
yaygınlaştırılabilecek konularda
konuşup fikirler geliştirdik. Yoğun
gündemimiz Slow Food konusunda
odaklandı. Slow Food başvurusu yapma
konusunda hemfikir olduk. Hatta isimler
bile düşündük. Datça'nın yerel
yemeği olan, salyangozdan yapılan
"Garaville" yi öneri olarak sundum,
sanırım çoğunluk tarafından
beğenildi ve salyangoz logosunun yanına
Garaville isminin yakışacağında da
hemfikir olduk. Konular ve saatler
birbirini takip etti, konuştuk
eğlendik. Hatta Kızlan'da permakültür
yapan ve tavukları da olan
arkadaşlarımız Pınar ve Tuğrul'dan oğlumuz
Hızırcan'a helal darı yemiş
müstakbel eşler bile istedik. Sonra arazi
ve evden çıkan çöpleri ayrıştırdık,
malç malzemesi olarak
kullanılabilecek atıkları ağaçların
yakınına taşıdık. Küçük
tamiratlarla iş görebilecek ya da
başka bir şeye dönüşebilecek
atıkları da sakladık.
Güneş ışıkları iyiden iyiye
kendini eğdiğinde Datça'nın güzelim
tepesinde tüm alacasıyla dolunay da
kendini göstermeye başlamıştı.
Ayla güneşin nöbet değişiminde
güneş fırınımızı hep beraber
heyecanla açtık, tencereleri
sırasıyla çıkardık. Tabanda kullandığımız strafor
biraz erimişti. Küçük Deniz de tüm
heyecanıyla bize katıldı hatta
tencerelerin kapaklarını açmak
suretiyle ilk kalite kontrolü bir gıda
denetçisi edasıyla o yaptı. Sonuç
biraz hüsrandı ama umutsuz değildi.
Biberlerin suyu el değmeyecek kadar
sıcak, pirinç hafif yumuşamış,
semizotu domatesle hiç değilse
kaynaşmıştı. Sınır tanımayan
umutlarıyla kolektif sakinleri bir kaç
iyileştirme sonucu güneş
ocağının seramik fırını olarak
bile kullanılabileceğini
söyledi(onlardan biri de ben oluyorum)
Velhasıl yemekler yarı pişmiş
bile olsa güzelce yendi hatta ala çiğ
yemeğin daha sağlıklı olduğu
yönünde bilimsel tabanı da olan
fikirler karşılıklı sunuldu.
Bu güneş ocağımız/fırınımız
ilk denememizdi ve en azından suyu
kaynatmayı başardık. Daha sonra
yapacağımız ocağımız mevcut
deneyimlerimiz ve geliştirdiğimiz
malzeme fikirleri sayesinde çok daha
iyi olacak. Ayrıca kolektif
buluşmamızdan bir gün sonra evimizde güneş
ocağıyla bamya konservesi yaptık.
(Ocağa koyduk, ısıyla pastörize
ettik) Gayet de başarılı olduğumuzu
düşünüyoruz. Ne de olsa tarımsal
ürünlerin üretimi kadar
tüketilemeyecek kadar bol ürünün olduğu
dönemlerde saklanması da çok önemli.
Sonuçta ekolojik hayat ve kendine
yeterlilik denemesi açısından
kolektifimiz adına büyük bir adım
attık.
Ben yazıyı yine hayran olduğum,
filmlerini her izleyişimde,
yazdıklarını, kendisiyle yapılmış
röportajları her okuyuşumda güzel ve
başka bir dünyanın mümkün olduğuna
inancımı tazelediğim büyük üstat
Kurosawa'dan bir ifadeyle bitirmek
istiyorum. Kurosawa kitabında ses
yönetmeni arkadaşı Yanoguçi
Fumio'dan bahsederken "Birlikte çiçek
açtığımız kiraz ağacı" diye
tanımlıyor yoldaşlıklarını. Datça
Kolektifi olarak birlikte çiçek
açacağımız nice badem ağaçlarına...
Sevgilerimle...
Özün Süzen