Sunday, September 25, 2011

ÇALIŞTIK ...

Fotoğraflardan da anlaşıldığı üzere çook ama çok
ÇALIŞTIK
Kış bostanı için çalıştık

zeytin topladık, alaca zeytinden erken hasat
kırma zeytin yapmak için





 tohum toplarımız için
tohum ayıkladık
konuklarımızı da çalıştırdık.


 zeytin kırma ekibi



ve çalıştık...
bir kolektif çalışma zamanı çalışarak geçti...

Tuesday, September 13, 2011

Kompost çevirme

Kompostu kış bostanına yetiştirmek gerek, Jenkins  yönteminde her gün çevrilen yığın yirmi günde hacim kaybetmeden kompost oluyor. Biz haftada üç defa çevirdiğimizden, Eylül sonuna yetişir diye umuyorum. Çevirirken, soğan kabuklarını kat kat soyar gibi yığını dıştan içe doğru soyup yanda yeni bir yığın oluşturuyoruz.
 En dışa sardığımız kuru otları horoz savurmuş


 Kuru olduğunu hissettiğimiz yerleri suluyoruz




En alta koyduğumuz otlar bize biraz sorun çıkardı, dirgenle kaldırmayı zorlaştırıyor, kuru otları olabildiğince ayıkladık.

Thursday, September 8, 2011

İŞLERE DEVAM

Biz neler yaptık...
Her buluşmada önce veranda bir güzel yıkanır,  çalışkan çiftçiler tarafından.
 

tamir işleride işin ustasına yaptırıldı.

minik deniz hep çalışkan.

baba deniz sanırsam oğluna çekmiş.
kompostla ilgilenirken banada nasıl yaptığını, ne yapılması gerektiğini
anlattı.

ve o akşam ki gurup kompost bilgileri paylaşımında.

harup unumuz
paylaştırma çözümleri bulunup son derece dikkatli ve eşitlikli
paylaştırıldı.


bademlerimiz

badem paylaşımı
bir dahaki hasat paylaşımına kadar bez torbalar
hazırlayalım derim ben ...


bademlere sevgi gösterdik.

bir kollektif buluşmasıda böyleydi...
ayşen

Wednesday, September 7, 2011

Kompost Yapımı


Eylül sonunda 
hazırlayacağımız kış bostanına yetişmesi için hızlandırılmış kompost yapımına giriştik. Daha hızlı yanma için daha sık çevirme gerekeceği hesabıyla ölçüyü çok büyük tutmak istemedik. Bir kişinin kısa sürede alt üst edeceği, yüksekliği yaklaşık bir metre olacak bir yığın işimizi görürdü. Bunun için yaş malzeme olarak üç büyük çöp torbası taze biçilmiş çim ve bir çuvala yakın taze inek gübresini, kuru madde olarak iki harar saman ve bir çuval yonga talaş hazır ettik. Yığının altını ve üstünü örtmesi için bir çuval da kuru otumuz vardı.
                  
Kompostun olabildiğince hava alması için en alta kuru otun yarısını serip üzerine çimi yaydık.



Çim, gübre ve samanı sırayla yığıp her katı ıslattık. 

Yığın yükseldikçe yaş maddenin eksikliğini hisseder olduk.

Bir saat sonra yaş madde bittiğinde yeterli boyutlara ulaşmıştık, serseri horoz hızırcan başta olmak üzere dış etkenlerden korusun diye kuru otun kalanını kompost yığınının etrafına sardık. İkinci harar samanı ve talaşı açmadık bile, nasılsa bostan malçında lazım olacaklar. 


Monday, September 5, 2011

GÜNEŞİN SOFRASINDA


Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce tüm günümü, öğrencilik yıllarımda
okuduğum fakat yıllar sonra tekrar okuma ihtiyacı duyduğum Akira
Kurosawa'nın Kurbağa Yağı Satıcısı isimli kitabını okuyarak geçirdim.
Kurosawa üstat ilkokuldan itibaren dostu ve ilerleyen yıllarda ortak
senaryolara imza attığı meslektaşı yoldaşı Uekusa Keinosuke için,
birbirlerine benzerliklerini anlatmak için bir Japon atasözünü
naklediyor:"Tüyleri aynı olan kuğlar beraber uçarlar" Güneş ocağımızla
ilgili yazacağım yazıyı düşünürken kolektifimizi düşündüm bu
atasözü vesilesiyle. Ve çok heyecanlandım, aynı fikirlerin farklı tonları
olarak birlikte uçmayı denediğimiz için.

Cumartesi günü saat 15.50'de Hızırşah'taki kolektif alanımıza Ozan'la
geldik. Geldiğimizde kolektif alanımızın yılmaz bekçisi horozumuz,
balkondaki masanın altında evcil bir kedi edasıyla siesta yapıyordu. O
kendi dilinde biz de kendi dilimizde selamlaştık; bir adının
olmadığını fark ettim ve kendisine "Hızırcan" diye seslendim, hoşlandı
sanırım.

Bu cumartesi buluşmamızın ana amacı "Güneş Ocağı" denemesiydi.
Buzdolabı kolisi, alüminyum folyo gibi basit malzemelerle yaptığımız
güneş ocağını (fırını da denebilir) arabadan indirirken oldukça
heyecanlıydık. Bir gün önce evin bahçesinde su kaynatmak suretiyle
başarılı olan ocağımız kolektifin huzuruna yemek pişirme sınavıyla
çıkacaktı. Adeta heyecandan ocağımızın da naylonu fır fır ediyordu.
Ocağımızı bahçede güneş ışınlarını en iyi alacak şekilde
yerleştirmek için yer arayışına girdik. O saatte güneş ışınları dere yatağının
kenarındaki alanda gölgesizce salınıyordu. Güneşin doğrusuna uyup
ocağımızı oraya yerleştirdik. Cumartesileri Datça'nın pazarıdır;
halden gelen ürünler olduğu gibi köylülerimizin doğal yöntemlerle
üretip minicik tezgahlarda sattığı ürünlere de sıkça rastlanır. Biz
Ozan'la pazarı baştan başa turlayıp hep köylünün küçük tezgahlarını
tercih ederiz. Ürünler küçük, birbirinden farklı hele de kurt
yenikliyse mükemmeldir. İşte bu standartlara uygun bir biber tezgahı
bulduk, domuşuk domuşuk biberlerin kırmızısı Goya'yı bile
kıskandıracak nitelikteydi. Pazarcı ablamızla da sohbet ederek
biberlerden epeyce aldık. İşte bu doğal olduğu şüphe götürmez canım
biberlerimizden en fiyakalı sekiz tanesini tencereye suyla beraber
koyduk. Güneş ışınlarını çekmesi için özel olarak siyah seçtiğimiz
tenceremizi güneş ocağına/fırınına yerleştirdik. Yansıtıcıyla ilgili
sorunlara rağmen(taşırken oluşan bir deformasyondan dolayı mukavvanın
taşıyıcı sertliği kaybolmuştu) umutla beklemeye başladık.

Kolektiften arkadaşlarımızı beklerken horozumuz Hızırcan da bize eşlik
etti. Hatta iyiden iyiye bize yaklaştı ve adeta birşeyler anlatmak
ister gibiydi. Biraz konuştuk, anlamadığını fark edince tavuk sesleri
çıkarmaya başladık; dili çözüldü, gagasının altındaki baklayı
nihayet çıkardı. Tüylerini kabartarak uzun uzun ötmeye, potansiyel eşi Tavuk
hanımları aramaya koyuldu. Ozan'la, uzunca zamandır arazide tek başına
kalmış ve yalnızlıktan sıkılmış horozumuz Hızırcan'ın helal, GDO'suz
darı yemiş Tavuk hanımlarla başını bağlayıp mutlu bir izdivaç
yapmasına vesile olmaya karar verdik. Hatta pek yakında Hızırcan'a
düğün yaparsak ve fotoğraflarını blogdan yayınlarsak şaşırmayın.

Güneş fırınına koyduğumuz biberlerin pişmesini beklerken
arkadaşlarımız gelmeye başladı. İlk olarak Yasemen ve Dilek geldi.
Ocağın yanına inip hep birlikte inceledik. Daha sonra yapacağımız
gelişmiş model güneş ocağı hakkında fikirler ürettik. Önce Servet
sonra da Pınar ve Tuğrul geldi ocağı incelemeye ve geliştirme
fikirleri üretmeye devam ettik. Koordinatörümüz Deniz, Hamdiye ve
kolektifimizin en minik üyesi, neşe kaynağımız küçük Deniz geldi.
Deniz bir tencere pilav yapmak üzere pirinç ve sudan oluşan
malzemeyle, bir tencere de çiğ semizotu yemeğini güneş ocağına koydu.
Hep beraber yemeklerimizin bu en güçlü ve doğal enerji kaynağıyla
pişmesini beklemeye başladık. Arada bir kontrol edip, mukavvasındaki
deformasyondan dolayı sorun çıkaran üst yansıtıcıyı rüzgara karşı
sabitleme çalışmaları yaptık.

Yemeklerimizin pişmesini beklerken kolektifimiz ve Datça'da yapılıp
yaygınlaştırılabilecek konularda konuşup fikirler geliştirdik. Yoğun
gündemimiz Slow Food konusunda odaklandı. Slow Food başvurusu yapma
konusunda hemfikir olduk. Hatta isimler bile düşündük. Datça'nın yerel
yemeği olan, salyangozdan yapılan "Garaville" yi öneri olarak sundum,
sanırım çoğunluk tarafından beğenildi ve salyangoz logosunun yanına
Garaville isminin yakışacağında da hemfikir olduk. Konular ve saatler
birbirini takip etti, konuştuk eğlendik. Hatta Kızlan'da permakültür
yapan ve tavukları da olan arkadaşlarımız Pınar ve Tuğrul'dan oğlumuz
Hızırcan'a helal darı yemiş müstakbel eşler bile istedik. Sonra arazi
ve evden çıkan çöpleri ayrıştırdık, malç malzemesi olarak
kullanılabilecek atıkları ağaçların yakınına taşıdık. Küçük
tamiratlarla iş görebilecek ya da başka bir şeye dönüşebilecek
atıkları da sakladık.

Güneş ışıkları iyiden iyiye kendini eğdiğinde Datça'nın güzelim
tepesinde tüm alacasıyla dolunay da kendini göstermeye başlamıştı.
Ayla güneşin nöbet değişiminde güneş fırınımızı hep beraber
heyecanla açtık, tencereleri sırasıyla çıkardık. Tabanda kullandığımız strafor
biraz erimişti. Küçük Deniz de tüm heyecanıyla bize katıldı hatta
tencerelerin kapaklarını açmak suretiyle ilk kalite kontrolü bir gıda
denetçisi edasıyla o yaptı. Sonuç biraz hüsrandı ama umutsuz değildi.
Biberlerin suyu el değmeyecek kadar sıcak, pirinç hafif yumuşamış,
semizotu domatesle hiç değilse kaynaşmıştı. Sınır tanımayan
umutlarıyla kolektif sakinleri bir kaç iyileştirme sonucu güneş
ocağının seramik fırını olarak bile kullanılabileceğini
söyledi(onlardan biri de ben oluyorum) Velhasıl yemekler yarı pişmiş
bile olsa güzelce yendi hatta ala çiğ yemeğin daha sağlıklı olduğu
yönünde bilimsel tabanı da olan fikirler karşılıklı sunuldu.

Bu güneş ocağımız/fırınımız ilk denememizdi ve en azından suyu
kaynatmayı başardık. Daha sonra yapacağımız ocağımız mevcut
deneyimlerimiz ve geliştirdiğimiz malzeme fikirleri sayesinde çok daha
iyi olacak. Ayrıca kolektif buluşmamızdan bir gün sonra evimizde güneş
ocağıyla bamya konservesi yaptık. (Ocağa koyduk, ısıyla pastörize
ettik) Gayet de başarılı olduğumuzu düşünüyoruz. Ne de olsa tarımsal
ürünlerin üretimi kadar tüketilemeyecek kadar bol ürünün olduğu
dönemlerde saklanması da çok önemli.

Sonuçta ekolojik hayat ve kendine yeterlilik denemesi açısından
kolektifimiz adına büyük bir adım attık.

Ben yazıyı yine hayran olduğum, filmlerini her izleyişimde,
yazdıklarını, kendisiyle yapılmış röportajları her okuyuşumda güzel ve
başka bir dünyanın mümkün olduğuna inancımı tazelediğim büyük üstat
Kurosawa'dan bir ifadeyle bitirmek istiyorum. Kurosawa kitabında ses
yönetmeni arkadaşı Yanoguçi Fumio'dan bahsederken "Birlikte çiçek
açtığımız kiraz ağacı" diye tanımlıyor yoldaşlıklarını. Datça
Kolektifi olarak birlikte çiçek açacağımız nice badem ağaçlarına...


Sevgilerimle...

Özün Süzen